Tarikat düşmanları, rabıtayı hafife alıyorlar. Rabıta, biiznillah cinleri defeder. Kimse rabıtadan şüphe etmesin! Rabıta en büyük kaledir, içine giren kurtulur. Mahmud Efendi Hazretleri Sohbetler cild 1
Tasavvufu reddedenler, dini ticâret gibi anlayan materyalist kafalılardır. Bu, materyalizmin dine tatbikidir. Yoksa maneviyattan tahassüs nasibi olan insanlar bunu reddetmezler. Üstad Kadir Mısıroğlu
Artistlere, mankenlere, apartmanlara ve benzeri şeylere rabıta ediliyor. Bu olur mu? Bir Allah dostuna rabıta et. Mahmut Efendi Hazretleri Risale-i Kudsiyye/1.C./97
Hafız Münâvi’den;
Küçük bir çocuk hafızlığını ikmal etmiştir. Sabaha kadar Kur’an-ı Kerim’i hatmediyor, namazını kılıyor, ertesi günü de hocasının karşısına çıkıyor; çıkıyor ama biraz rengi benzi sararmış olarak çıkıyor.
Hocası, maddi-manevi mürşid olabilecek durumda bir üstattır. Talebesinin renginin niçin sarardığını diğer talebelerine soruyor.
Onlar da, “Üstadım, bu talebeniz sabaha kadar Kur’ân-ı Kerim’i hatmedip duruyor ve tabii sabaha kadar gözüne uyku girmiyor, sabah olunca da kalkıp derse geliyor.” derler.
Üstad talebesinin Kur’an-ı Kerim’i böyle okumasını arzu etmediği için onu karşısına alır ve ona:
“Kur’ân indiği gibi okunmalıdır evladım. “ der.
Bugünden itibaren sen Kur’ân’ı, şu an okuduğun gibi değil, onu okurken beni karşında farz et ve üstadına dersini iade ediyorsun gibi oku!” tavsiyesinde bulunur.
Çocuk gider, o gece Kur’ân-ı Kerim’i okur ve sabah üstadının huzuruna geldiğinde,
“Efendim bu gece ancak Kur’ân-ı Kerim’i yarısına kadar okuyabildim.” der.
Üstad “Pekala, sen bu gece de Kur’ân-ı Kerim’i doğrudan doğruya Rasûlü Ekrem Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in huzurunda okuyor gibi oku” der.
Talebe, “ Ben, kendisine Kur’an nazil olan zatın huzurundayım; doğru okumalıyım” heyecanıyla daha dikkatlice tilavet eder…
Ve o gün üstadına , ancak Kur’Ân-ı Kerim’in dörtte birini okuyabildiğini belirtir.
Üstadı da terakkiyi görünce, bir mürşidin müridinin dersini artırması gibi “Sen şimdi de o emin melek Cibril’in Rasulü Ekrem Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e tebliğ ettiği anda dinliyor gibi Kur’ân-ı Kerim’i oku der.
Talebe gider gelir;
“Vallahi üstadım, bugün ancak bir sure okuyabildim.” Der.
Üstadı da “ Evladım şimdide onu binlerce hicabın verasında bulunan Mevlâ-yı Müteal’in huzurunda okuyor gibi oku düşün ki okuduğunu Allah celle celêlühû dinliyor, senin için indirdiği kelamını senin ile mukâbele ediyor.”
Talebesi ertesi gün ağlayarak üstadının karşısına gelir:
“Üstadım, ‘el-hamdu lillahi rabbi’l alemin’ dedim, ‘mâlikiyevmi’d-dîn’e kadar geldim, ‘iyyake na’budu’ demeye bir türlü dilim varmadı.
Çünkü bunun manası, sadece Sana kulluk yaparım’,halbuki ben o kadar çok şeye kulluk yapıyorum ki O’nu karşımda hazır ve nazır mülahazaya alınca ‘İyyake na’budu’yu aşamadım.” Der.
Hafız Münâvi, bu gencin fazla yaşamadığını bir-iki gün sonra da vefat ettiğini kaydeder.
Peygamberimizin sahabesinin, Allah’ın en sevgili kulu, habibi olan ve bizim de her şeyimizden çok sevmemiz emredilen O yüce Peygamberden ayrı kaldıklarında, yanındayken aldıkları feyz ve muhabbeti devam ettirmek için kullandıkları rabıta yolunu bilim TELEPATİ olarak adlandırıyor. Telepati ya da uzaduyum, bireyler arasında bilinen beş duyunun yardımı olmaksızın gerçekleştiği ileri sürülen bilgi aktarımıdır. Bir başka deyişle, telepati parapsikoloji de incelenen para-normal bir yetenek olup, bireyler arasında duyular-dışı algılama yoluyla düşünce, fikir, duyum veya imajların aktarılmasını sağladığı ileri sürülen tesir irtibatıdır.
İnsanlarda, zamanla körelmiş olduğu belirtilen bu yeteneğin aslında herkeste değişik derecelerde mevcut bulunduğu ve çeşitli deneme egzersizleriyle geliştirilebileceği ileri sürülür. Araştırmacılar Avusturalya’daki bazı orman kabilelerinin beş duyu dışında bir iletişim yöntemi kullandıklarını bildirmektedir. Bu araştırmacılardan biri olan Alexander Markey, Yeni Zelanda’lı Maori’lerin günümüzde hala telepati kullanarak iletişim sağlayabildiklerini yazmış olduğu bir kitabında dile getirmektedir. Benzer yöntemler Afrika kabilelerinde, örneğin Tabu yerlilerinde kullanılmaktadır.
Peygamberimizin Sallallâhu Aleyhi ve Sellem “Kişi sevdiğiyle berâberdir” Buhârî, Edeb:96, no:5816, 5/2283; İbnü Acîbe, el-Bahru’l-medîd:3/60 hadisi şerifi rabıtanın işaretidir.
Risale-i Kudsiye de “Gönülden gönüle yol var Halila.” “Ey dost! Gönülden gönüle yol vardır” buyuruluyor.
Ebu Inebe el-Havlani Radıyallahu anh’dan rivayet edilen bir hadisi şerifte şöyle buyruluyor:“Şüphesiz Allah(u Tealan)ın yer ehlinden bir takım kapları vardır. Rabbinizin kapları, Salih kullarının kalpleridir.
İmam-ı Münavi (Kuddise Sirrahu) bu hadis-i şerifin şerhinde şöyle buyurmuştur:
“Hadis-i şerifte geçen Salih kullardan maksat; hem Allah’u Teâlâ’nın hem de kullarının haklarından üzerlerine düşenleri hakkıyla yerine getirenlerdir.
İşte bu kulların kalplerine Allah’u Teâlâ’nın marifetinin nuru dolarak uzuvlarına taşar. Çünkü kalp yumuşayarak incelip parlayınca, parlak ayna gibi olur. Meleküt (manevi) âleminin nurları ona parlayınca bütün göğsü aydınlatır.
İşte o zaman gönül gözü, Allah’u Teâlâ’nın emirlerinin iç yüzünü görmeye başlar ve bu görüş onu Allah’u Teâlâ’nın nurunu mülahaza etmeye sevk eder (gözetmeye sürükler)
Böyle bir kalp Allah’u Teâlâ’nın kendisine verdiği saf (paklık) ile ziynet ve behayı (süs ve güzelliğini) kemale erdirdiğinden, mahlûkatı arasında Allah’u Teâlâ’nın nazarının mahalli olur.
Rabıta hakkında detaylı bilgi için kitaplardan Nurdan Bağ’a bakabilirsiniz.
Kur’ân’da Tasavvuf Var mıdır? – Mustafa Özşimşekler Hoca Efendi
ŞEHİD HIZIR ALİ HOCAMIZIN TARİKAT İLE İLGİLİ NOTU;
Seneler önce fırınlarda yumuşak ekmek çıkmadan evvel, mısır ekmeği yeniliyordu.
Bu mısır ekmeği yumuşak olsun diye soya (ballı) fasulye katıldı. Bu ekmeğe soya fasulyesi katılmayınca çok sert olurdu. Hatta bazı arkadaşlar diyorlar ki, annem bize o ekmeği testere ile kesip verirdi. Bu ekmeğin kabuklarını yemek çok zordur. Onu yerken insanın boğazı incinir. Bu ekmeğin kabuklarını saatlerce ağzında evirip çevireceksin ki yumuşasın. Bir bu ekmeği yemeği düşünün bir de; yumuşak ekmek üzerine yağ, reçel, bal sürülmüş onu yiyiyorsun. Bu iki ekmeği yemek aynı mı? Yok. İşte tarikat sahibi olmayana, şeriatın emir ve yasakları, yani farzı, vacibi, sünneti, müstehabı, edepleri sanki o kuru ekmeğin kabuğunu yercesine zor geliyor. Ama tarikat adamına ise; o farzı, vacibi, sünneti, müstehabı, edepleri yapmak haramlardan, mekruhlardan kaçmak, o yumuşak ekmeğin üzerine yağ sürülmüş ekmeği yemek gibi gelir.
MAHMUT EFENDİ KUDDİSE SIRRIHU:
“Tarikatın lazım kıldıklarından birisi Allah’ı zikretmektir. Bu da nereden alındı? Kur’andan. Ahzap suresi Ayet: 41 “Ey İman edeneler Allah’ı çok zikretmekle zikredin.” Bakara suresi Ayet: 152 “Beni zikredin bende sizi zikredeyim.”
Tarikatın ikinci olarak şart kıldığı, şeriatın yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. Bu nereden alındı? Kur’andan “Günahın açık olanını da, gizli olanını da (uzuvlarla yapılanı da, kalple işleneni de) terk edin.” (El-en’am: 120)
Üçüncü olarak tarikatın lazım kıldıklarından biri de Allah’a yaklaştıracak farzları ve sünnetleri eda etmektir. Haşr suresi Ayet: 7 “Rasulüllah size ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse ondan vazgeçin.”
Dördüncü olarak Allah’a kavuşma yolunu bilen ve vesile olan bir mürşid aramak, bu da şeriatın emrettiklerindendir. Bu da nereden alındı? Kur’andan bir ayet okuyayım, Maide Suresi Ayet: 53 “Ey İman edeler Allah’tan korkun ve Allah’a kavuşmak için bir vesile arayın.” Tarikat’i inkar eden Kur’anı inkar etmiştir. Tarikat bu dört şeyden başka değildir.