İslâm’ı yaşamayanı hakir görecek miyiz? İslâm’ı yaşamayanın kendini değil, yaptığı işi beğenmeyeceğiz. Bakarsınız o iyiye döner, siz tersine dönersiniz. Mevlâ bu işten çok gücenir. “Benim kulumu beğenmiyorsun” diye.
Nitekim Sure-i Hucuratta şöyle buyuruluyor:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِنْ قَوْمٍ عَسَى أَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَاءٌ مِنْ نِسَاءٍ عَسَى أَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavim ile alay etmesin. Olur ki alay edilenler kendilerinden daha hayırlı bulunurlar. Bir takım kadınlar da, diğer kadınlarla eğlenmesin. Olur ki eğelenceye alınanlar, kendilerinden daha hayırlı olurlar. Hem birbirinizi ayıplamayın ve kötü lakaplarla atışmayın, imandan sonra fasıklıkla adlanmak, ne kötü isimdir. Kim de tövbe etmezse, işte onlar kendilerine zulmedenlerdir” (Ayet 11)
Risale-i.Kudsiyye.Tercumesi-Mahmut.Ustaosmanoglu KS Beyt 151’den
İsra9- Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru ve en sağlam yola iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler.
Muhakkak Kur’ân-ı Kerîm doğru yola, saâdete ulaştırıyor ve salih amel işleyen müminleri de büyük mükafat ile müjdeliyor. Peki nasıl? Harflerini, cümlelerini öğrenerek. Sonra manasını anlayarak, hükümlerini öğrenerek, emirlerini tutarak, yasaklarından kaçarak çalışmakla ulaştırır. Kurân-ı Kerîm duvarda bez torbalar içindeyken, camekan içindeyken sende onun yanında hiç tarafına bakmayarak yersin, içersin, çalgı dinlersin, onun razı olmadığı neler neleri okursun, neleri yaparsın. Kur’ân-ı Kerîm seni nasıl ulaştırsın saadete?
Çocuklarımıza oku meslek sahibi ol telkinleriyle dünyasını kazansın diye çırpınıyor, dershanelere özel okullara gönderiyoruz ama ebedi hayatı için bilmesi gereken yüce kitabını ve hükümlerini öğrenmesi için, Müslüman ahlakına sahip olması için anne babalar özen göstermiyor.
Hz. Osman (R.A.)’dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) “Sizin en hayırlılarınız, Kur’ân-Kerîm’i öğrenen ve öğretenlerinizdir” buyurdu. (Buhari, Fezailü’l-Kur’ân: 21, Tirmizi, Sevabü’l-Kur’ân: 15, Ebu Davud, Vitir: 14-19, İbn-i Mace, Mukaddime: 16, Darimi, Fezailü’l-Kur’ân: 2, Müsned-i Ahmed:1/57 58, 69, 153.)
Bir Müslüman’ın öğreneceği ilk şeyin Kur’ân olması gerekir. İlmini hangi alanda yaparsa yapsın, hangi sahanın mütehassısı olursa olsun Müslümanlar için bu gerçek değişmez. Günümüzde bazı ülkeler ve bazı Müslümanlar için durumun böyle olmadığı gerçeği de bu asıl gerçeği değiştirmez. Kur’ân’ı öğrenmek, her şeyden önce onu kaide ve kurallarına göre okumayı öğrenmek demektir.
Dinimizin bize öğrettiğine göre, bir Müslüman’ın hak ve vazifesi sadece kendisinin bilip öğrenmesi değil, aynı zamanda bilip öğrendiklerini başkalarına da öğretmektir.
Bir kimsenin öğrendiği ilim onun yaşayışına yansımazsa, hayatını etkilemezse, o din nazarında ilim sayılmaz.
Bir kimse ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, şayet Allah’a isyan içindeyse o cahil sayılır. İlmini ve bilgisini yaşayışına uygulayan kimse, kendi şahsı açısından kâmil, yani olgun, kendinden başkaları için de mükemmel, yani onları olgunluğa ulaştırıcı nitelikte bir kimsedir.
Böyle bir insan mü’minlerin en üstünü olma şerefine ulaşır. Bir hadiste bildirildiğine göre, Kur’ân’ı okuyup onun ilmine sahip olan ve gereğiyle amel eden kimse, yakınları arasında adeta nübüvvet mertebesine ulaşır. Şu kadar var ki ona vahiy gelmemektedir. (İthafü’s-sade, IV, 466, Mütteki el-Hindi Kenzü’l-ummal, 2347)
Sözlerin en hayırlısı Allah’ın sözü olduğuna göre, peygamberlerden sonra insanların en hayırlısının Kur’ân’ı öğrenen ve öğretenler olması tabiidir. Ancak hem öğrenmenin hem öğretmenin sadece Allah rızasına yönelik olması gerekir. Çünkü insanların bir şeyi öğrenmek ve öğretmekten maksatları çok çeşitli olabilir.
Kimileri bunu sadece araştırma incelemeye yönelik kuru bir bilgi gayesiyle, kimileri maddi çıkar sağlama veya insanlar nazarında bir mevki ve makam elde etme amacıyla ve benzer sebeplerle yapabilirler. Bunların hiç birinde hadiste kastedilen fazilet ve hayır söz konusu edilemez.
“…Rahmetli anam: “Uşacığın kuymağı, neneciğin doymağı.” derdi. İçinizden bir kişi bu sohbetten geri kalsa, sanki kolumun biri koptu gibi oluyorum.
Sağlığımda size bir şeyler aktarayım istiyorum, o zaman gözüm arkada kalmayacak. Ya Rabbi! Sana nihayetsiz şükürler olsun. Sizler sakın başka şeylere önem vermeyin. Hocalık icazeti almaya çalışmayı bırakıp, diploma sahibi olmak için koşmayın, iyi düşünürseniz bunun kötülüğünü anlarsınız. Zararını idrak edersiniz.
Bosna-Hersek’te bir çok boşnak kızı Sırplarla evlendi. Ana -Babaları onlara: “Niye gavur erkekleriyle evleniyorsunuz?” dediklerinde, ağlayıp, sızlanıp: “Müslüman erkeği ile gavur erkeği arasında ne fark var?” diyorlardı. Şimdi ne fark olduğunu gördüler.
Kâfirlerin önem verdikleri ilimlerde bir şey yok. Ne varsa, Kur’an ilminde var. Aslında bütün ilimler Allahındır tabii. Coğrafya da, matematik te, tarih de, fizik de, kimya da, amma insan sadece dünyaya ait bilgileri öğrenmekle kalırsa, Allahın ve şeriatın düşmanı olur.
Kaç kişi var? Hem dünya ilimlerini, hem de ahiret ilimlerini bitirmiş.
Üniversiteyi bitirince buzak gibi yatıyorlar; ahiret böyle kazanılır mı?
Kazanılmaz!” (Beyt-39) R İ S A L E – İ KUDSİYYE TERCÜMESİ
Konuyla ilgili mp3 sayfamızdaki Cubbeli_Ahmet-Insanlarin_En_Faziletlileri.mp3 sohbetinden yararlanabilirsiniz.